Şafak Dirik

welcome

Türkiye ekonomisi nereye gider? Faiz mi? Döviz kuru mu?

By safakdirik | 22/07/2018 | 0 Comment

TLİstek üzerine, haddim olmayarak şu para politikaları nasıl isliyor, bu kur, faiz, enflasyondaki ufak oynamalarda bile neden toplum olarak ayağa kalkıyoruz onu anlatmaya çalışayım.

Para nedir? Nasıl çalışır o konudan başlamam lazım aslında, zira onu anlasak gerisi çorap söküğü gibi gelecek ama o konu bizde biraz güdük kalmış anlaşılan. Sorunun adam akıllı masaya yatırılamama sebeplerinin başında bu geliyor, üzülerek görüyoruz ki ipleri elinde tutan birçok siyasetçi ve yatırımcın da vakıf olduğu pek söylenemez. (şak diye 10 milyar satarım piyasa, herkes bir şaşırır diyen uzmanlar da gördük mesela). Biraz da bu sebeple kripto parayı tam olarak da algılayamadık. Neyse yazı paranın ne olduğunu ucundan da olsa bilenler için.

Öncelikle altını tekrar tekrar çizmemiz gereken bir konu Merkez Banka’sının görevi.  Merkez bankasının tek görevi para istikrarını sağlamaktır. Nokta. Başkaca da bir görevi yoktur. Açın Merkez Bankası web sitesini, ana sayfada kocaman yazar. İnisiyatifindeki diğer tüm enstrümanları bu görevi gerçekleştirmek için kullanır. Bağımsız olması da bu sebeple gereklidir. Fiyat istikrarını sürdürmek için alacağı önlemler bir grubun veya kurumun yararına aykırı olabilir, çıkarlarıyla çakışabilir. Bu sebeple bu grup veya kurumlarin etkisinde olmaması şarttır. Bunların başında da siyasi iktidar gelir. Aba altından sopa gösterip aman faizleri yükseltme  veya düşür dediklerine çokça şahit olmuşsunuzdur. Bu da bankanın özerkliğine  gölge düşürür, neyse konumuz bu da değil.

 

Ülke ekonomilerini yönetmede iki genel geçer ekol vardır. Biri kuru kontrol altına alıp faizi serbest bırakmak, ikincisi faizi kontrol altına alıp kuru serbest bırakmak. Her iki ekolde de, uluslararası anlaşmaların da bir gereği olarak sermayenin dolaşımı da serbesttir.

80’lerde Türkiye çok kötü bir dışa açılma gerçekleştirdi. Yanlış anlaşılmasın, bu gerekliydi elbette ama süreç o kadar kötü yönetildi ki, sağlıksız geçiş ülkeyi her 7 yılda bir daralmaya soktu, (1994-2001-2008-2015) , gelir dağılımındaki adaletsizlik inanılmaz açıldı. Ayni donemde bu geçişi yapan Cin , Kore’ninki kadar başarılı olmadı mesela. Bu alanda çok büyük fırsatların kaçtığını düşünenlerdenim. Ne Kore gibi insana yatırım yaptık; ne Cin gibi üretime… 80’lerdeki bu kontrolsüz geçiş kendini yüksek enflasyon ve cari açık olarak gösterdi. Fiyat istikrarından bahsetmek mümkün değildi artık.

İlk silkelenmemizden hemen sonra 90’larda ülke yönetimi kuru kontrol altında tutup faizi serbest bırakıyordu. Kotu bir fikir de değildi, başarılı başka ülke örnekleri de vardı, ama güzel bir elbisenin sizin de üzerinizde de güzel durmasını beklemek gibi bir şey bu. Üretiminiz ve sağlıklı bir büyümeniz, ihracatınız varsa güzel… Özal devlet planlama teşkilatından gelen bir bürokrattı, yani planlamanın önemini bilen de bir devlet adamıydı, sabit kur planlama ve piyasanın önünü görmesi acısından önemli ve birçok yararı da var ama ülkeye para giriş çıkışlarına fazla hassas oluyorsunuz.

Kuru bu şekilde kontrol etmeyi örnekle açıklasam daha iyi olacak sanki.

Simdi devlet diyor ki kur bu sene 5 USD/TL, bir sene sonra 5.2 ,… 5 sene sonra 6 USD/TL.

Buna göre plan yapmak kolay değil mi? ithalatını yapacağın urun ne kadara mal olacağını, ihracat gelirinin ne olacağını vs. biliyorsun.

Ama üretimin planlandığı gibi gitmiyor, başkasının almak isteyeceği bir değer üretemiyorsun. Kamu maliyetinde fazla,

Kamu maliyetine bir parantez açayım burada: kamu maliyeti fazla olunca bir istihdam, ve suni bir büyüme algısı yaratabilir, bugün Türkiye de olan da bu, ekonomik büyüme devlet kaynakları eli ile oluyor. Veya devletin garanti ettiği gelecek dönem gelirleri ile… Piyasaya is-istihdam yaratılıyor. Ama karşılığını ödemen lazım harcama kamu olunca ödeme de TL oluyor haliyle. Bunu Ozal gibi karşılığı olmayan değer yaratarak yapabilirsin. Peki öyle yaparsan sonuçları ne olur? Para değer kaybeder değil mi? Fiyatlar yükselir (enflasyon), gerekli kaynağı sağlamak için istediğin TL nin birim zaman sonunda geri dönüşünün fazla olmasını beklersin (faiz). Faizle enflasyon arasında korelasyon vardır: sebep-sonuç değil. (bunu bilmeyen yok da, yine de TV lerde avaz avaz bağıranlar için tekrar not olarak bir köşede dursun).

Parantezi kapatıp örneğimize dönelim.

Kurun bugünkü değeri diyelim ki  5 USD/TL, buna göre önündeki 5 yılı planlıyorsun. Ve diyelim ki üreten bir ekonomin var. İhracat yapıyorsun, gelirin belli, giderlerin TL , onları da gelirlerine göre ayarlıyorsun her şey çok güzel. Sattığın malin fiyatı oynamıyor, sana mal satanlar da fiyat değiştirmekte bir sakınca görmüyor. Al sana fiyat istikrarı. Ama yıllar sonra sen de döviz birikiyor. Çünkü dışarı sattığın dışarıdan aldığından fazla, TL nin değerinin yükselmesine sebep oluyor bu durum (yani gerçekte kur 4 TL olmalı ama TCMB diyor ki 5TL.) Netice de faizler düşer , TL bolluğu artar , kur kendini yine 5TL de bulur. Düşük faizde ekonomi de canlanır vs vs.

Bu güzel örnek sabit kur uygulamasından değil, üreten ekonomi olduğunuzdan gerçekleşti. Simdi ayni sistemi üretmeyen ekonomi de uygulayalım.

Kur 5 USD/TL, fiyat istikrarı için yine güzel görünüyor, satın aldığın ürünün TL değeri belli, ülkedeki satış fiyatı da belli, fiyatların sabit olması bekleniyor. Bir sure için bu böyle devam ediyor. Ama yukardaki örneğin aksine elinde döviz değil, döviz borcu / açığı birikiyor. Bunu döviz olarak da ödemen gerekli. Bu da dövize gereksinimi arttırdığından TL nin değeri düşüyor. Yani kur gerçekte 6TL olmalı ama sen 5 TL de diretiyorsun. Netice de faizler artar, para sıkışıklığı  oluşur, kur kendini 5 TL de bulur ama ekonomi daralır, enflasyon artar vs vs.

1994 de bu oldu, ülke üretime geçmeden dünyaya açılmanın ilk büyük faturasını ödedi, her şey ithal edilmeye başlandı, kur sabitti ve boom. İlk mikro krizimizi yaşadık. Faizler fırladı, kur kontrol altında tutulabilecek gibi değildi, küçük bir devalüasyon yaşandı (küçüklüğü 2001 e kıyasladır) ama kur kontrolü devam etti. (yine yanlış secim demiyorum, bizim ekonomimizin sorunu üretim yapamaması zira, takip edilen ekol değil )

Bizim gibi bunu uygulayan bir iki ulke daha vardi 90’larda. Güzel bir örnek olduğundan Arjantin’i listenin başına koyabiliriz.

7 yıl sonra, 2001 yine basa döndük. Bu sefer ekolun değişmesi kararı alindi (radikal bir karardı), krizi hatırlayanlarınız vardır “Paramızı devalüe ediyoruz” denmedi. “Dalgalı kur politikasına geçtik” dendi, yani “ben kura karışmıyorum Pazar kuru kendi belirlesin, ben faize odaklanıyorum” mesajıydı. Krizden sonrası da gayet güzel yönetildi bence. Hala daha ekmeğinin yendiği reformalar da oldu.

Simdi günümüze dönelim.

Soru : Ama ekonomimiz büyüyor, her sene en fazla büyüyen ekonomilerde ilk 3 teyiz.  Her şey kötüyse o nasıl oluyor?

Bizim siyasilerin gözümüze soktuğu tek gösterge bu ; GDP. Açıp GDP formülüne bakmanızı tavsiye ederim. Tüketiminiz artması GDP i büyütür ama bunu yaparken gelecek yılların kaynaklarını da tüketmiş olabilirsiniz (bizde olduğu gibi), harcamayı üretmeyen alanlara kaydırmış olabilirsiniz (bizde olduğu gibi), çok fazla borç almış olabilirsiniz (bizde oldugu gibi). Bunu sorana sunu da tavsiye ediyorum: GDP ulke sıralamalarına da baksın. O kadar yil muazzam buyuyoruz ama GDP büyüklüğünde bir sıra yukarı bile çıkabilmiş değiliz (17. iz) , bizden alt sıradaki ülkelerle aramızda azaldı hatta. 2023 de bırakın vaad edildiği gibi ilk 10 a girmeyi, bir-iki sıra düşmemiz olası.

Soru: Çok sağlam temellere dayandı ekonomi, daralmalar olsa da 2001 deki gibi kriz geçirmedik. Haksız mıyım ?

2001 krizi mental bir yönetim değişikliği idi. TL değeri 1 günde 2 kat azaldı, ama simdi kur zaten dalgalı. Bu şekilde bir kayıp bir gecede olması artık mümkün değil zaten. Ama 3 yılda olabilir (oldu da), 1 yılda da olabilir (olacak gibi de) , haftalar da alabilir (cidden kendimize çeki düzen vermezsek olacağı bu gibi)

Soru : Ama güçlenmemizi istemeyen dış güçler..

Azzahsnasjshhaks…. ( Cevap bile vermiyorum ), hatta ağzına kürekle vurasım geliyor bu soruyu soranın. Ama madem dış güç dedik , sunu belirtmek zorundayım ki, Türkiye’de yaşanacak muhtemel bir kriz dünya da doğru gitmeyen diğer trendleri tetikler. Bu sebeple o dış güçler Türkiye’ye yârdim bile etmek zorunda kalacaklar gibi

Soru: Tekrar sabit kura gecelim, Olmaz mı ?

Dediğim gibi, sorun ekol değil, üretemeyen ekonomi. Hem bu geçisin sonuçları biraz daha maliyetli olur, faizler 90’lardakinden bile kotu olur

Soru :Hem kuru, hem faizi kontrol edemez miyiz?

Teoride mümkün, hatta şimdilerde birkaç kez dile de getirildi. Ama bu intihardan farksız olur bu hamle. Söyle anlatayım, kuru ve faizi birlikte kontrol altında tutmak isterseniz tüm sermaye giriş ve çıkışlarını da kontrol altında tutmanız gerekir. Yani ülkeden döviz çıkmasına izin vermemeniz lazım. Yani açık ekonomiden kapalıya dönmeniz gerekir. Bu da para girişini durdurur. Ama öte yandan döviz borcunuz da var onları da ülkedeki mevduatları kendi belirlediğiniz kurdan toplamanız, ihracatla giren parayı yine kendi belirlediğiniz kurdan ali (el koyup) borçları da ödemeniz gerekir. İkisi de yıkıcı sonuçlar doğurur. Üretmiyor, dışarıdan gelecek paraya da herkesten çok ihtiyacınız varken bu mümkün değil.

Bunun dedikodusu bile yeter. Böyle bir şüphe oluştuğu an bırakın yabancı sermayeyi küçük mevduat sahipleri bile parayı ülkede tutmaz.

Peki simdi ne olacak?

Son 10 yılda yapılana devam edilebilir yani maliyet halkın üzerine yüklenebilir. Bu seçenekte sınır çoktan asildi, insanların artık verecek pek bir şeyi kalmadı. Bireylerin sonraki 10 yıllık gelirleri bile ipotekli (Kredi borçları vs)

Yeni kaynaklar yaratılabilir, Devletin sahip oldukları satılabilir (özelleştirmeden bahsetmiyorum, satacak pek bir şey kalmadı orda). Mesela devlet arazileri satılabilir (yapıldı), devlet varlıkları ipotek edilip bunu karşılık gösterip uluslararası finans kuruluşları ile bir nevi kumar oynanabilir baknz: Varlık Fonu (yapıldı). Vergi, imar vs türünde aflar çıkarılabilir (yapılıyor), vatandaşlık görevlerinden (bedelli askerlik gibi) ücret karşılığı vazgeçilebilir (yapılıyor), daha fazla borç alınabilir(yapılmak isteniyor ama ülke kredi notu her gecen gün düşüyor). İktidarın siyasi gücünü zayıflatmayacak, hatta belki güçlendirebilecek şekilde bazı kisi veya zümrelerin varlıklarına el konabilir (bu da şuan icin gündemde gibi görünüyor),  ilave vergiler (ama yine sadece belirli kesime yönelik) gelebilir.

Dış politika tavizler verilebilir (yapıldı, yapılıyor, yapılacak gibi)

Tüm bunlar yapıldı veya yapılıyor, oynayacak tas kalmadı sanki.

Secimden sonra Ekonomi bakanı kim olacak diye beklemeye başladım, bu secim paranın nereden geleceğini gösterecekti.  Ama hiv beklemediğim bir isim cikti, ben gibi baskalarina da supriz oldu. Ama bu geleceğe yönelik birçok soruya da cevap verdi. Öncelikle bir yerden para gelmeyeceğini anladik. Ama seçilen isim başkanın ailesinden olunca bu sadece birkaç kişi arasında kalması planlan bir strateji geliştirildiğini gösteriyor. Göreceğiz bakalım.

Türkiye’deki en büyük direk yabancı yatırımın sahibi Hollanda, bu hafta Türkiye ile ilişkilerinin biran önce düzeltilmesi için adim attı. En büyük dış ticaret hacmimizin olduğu Almanya kısıtlamalardan bazılarını kaldıralım dedi.

G20 ekonomi bakanları ve Merkez Bankası başkanları bu hafta toplanıyor. TCMB 24 Temmuzda faiz kararını açıklayacak. (herkes gibi benim şahsi kanaatim de 125 baz puan artacağı yönünde, hatta 175 olsa da şaşırmam, ama 125 in altında bir şey gelirse yandık ki ne yandık). 3 Ağustos ta da enflasyon rakamları açıklanacak.

Kriz geliyor diye yaygara yapmayacağım ama yangın nasıl söndürülecek merakla bekliyorum.

Belki öğrenecek yeni şeylerimiz olur. Yatırım tavsiyesi vermek haddim değil ama Mayıs’tan beri faiz atına oynayanlardanım, Çünkü vatandaşın geçmiş dönem kötü deneyimlerinden ötürü u kura fazla hassasiyeti var, ekonominin iyi olup olmadığını kura bakıp söylüyor. İktidar kurdaki fırlamaların siyasi sonuçlarının farkında. O sebeple kuru mümkün olduğunca öteleyecek gibi.

SAFAK DIRIK

 

TAGS

0 Comments